AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, eminim kürsüye çıktığım şu anda Türkiye’nin pek çok yerinde birçok kadın şiddete uğruyor. Bunlardan 5 tanesi büyük ihtimalle öldürülecektir ve biz de haberlerini yarın gazetelerden okuyacağız. Dünyanın her yerinde kadına yönelik şiddet, en yaygın, en sıradan insan hakları ihlali olarak görülüyor. Bu yüzden 25 Kasım Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olarak belirlenmiş. O gün, sadece kadınlara değil hepimize, kadınların şiddet nedeniyle ölmemesi, şiddete uğramadan yaşayabilmesi için ciddi bir mücadele vermemiz gerektiğini, şiddetten uzak bir dünya yaratmanın görevimiz olduğunu hatırlatıyor.
Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanının yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de son yıllarda kadına karşı şiddet -hepinizin bildiği gibi- yüzde 1.400 arttı. Bu, sadece sorunun görünür olmasından kaynaklanmıyor çünkü bu veriler adalete yansıyan olaylara dayanıyor. Traktörlü trafik kazalarında ölen gencecik kadınların, intihara mahkûm edilerek hayatına son veren kızların gerçekte cinayet kurbanı olup olmadıklarını çoğu kez bilmiyoruz.
Türkiye’nin milletvekilleri olarak kadın cinayetlerine her gün bir anlamda tanıklık ediyoruz. Bu cinayetleri daha ne kadar seyredeceğiz? Bu cinayetleri durdurmak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Başka ülkeler, yıllardır gündemde olan bu sorunu çözmek için etkileyici önlemler aldılar ve başarılı oluyorlar.
Dünyada her 5 kadından biri hayatı boyunca bir kere fiziki şiddete maruz kalırken, bu sayı ne yazık ki ülkemizde 3 kadından biri. Demek ki biz bu konuda başarılı olamadık. Zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda mahkûm ettiği tek ülkeyiz, hatta şöyle çelişkili bir gerçekle de karşı karşıyayız. Kadın haklarından konuştukça, eşitliği gündeme getirdikçe, hatta her yasal iyileştirmeden sonra, adeta bunların acısı kadınlardan çıkarılıyor.
Profesör Doktor Yılmaz Esmer’in araştırmasına göre “Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor.” diyenlerin oranı 1996’da yüzde 19 iken, 2011’de bu oran yüzde 30 olmuştur.
Aynı araştırma çerçevesinde, bir erkeğin birden fazla eşi olmasının kabul edilebilirliğine dair oranlar 1996’da yüzde 10, 2011 yılında yüzde 23. Üstelik bu rakamın yüzde 19’unu da kadınlar oluşturmaktadır. Yani burada çok açık bir şekilde şunu görüyoruz: Yasalarda ilerlemeler oluyor, bunu kabul ediyoruz, ama zihniyette çok ciddi bir geriye gidiş var. Zaten Dünya Ekonomik Forumu eşitsizlik listesinde 135 ülke arasında 122’nciyiz. Evet, dünyanın 16’ncı büyük ekonomisiyiz, ama gelişmişlik endeksinde de 92’nci sıradayız.
Erken ve zorla evliliklerin oranı yüzde 24. Her 4 kadından biri erken ya da zorla evlendirilmiş. Bu oran birçok bölgede yüzde 45, yani neredeyse evliliklerin yarısı. İnsan istemediği bir eşle, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir aile düzeni kurabilir mi? Tabii ki kurulamıyor ve sonuçları da gördüğümüz gibi çok vahim oluyor.
Sonuçları 2009’da açıklanan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nda, kadınların yüzde 7’sinin aile içinde cinsel taciz ve tecavüze maruz kalmış oldukları anlaşılmıştır. Gerçek, çok daha derin bir yaranın varlığına işaret etmektedir.
Bu şartlardaki hanelerde, sokaklarda biz kimin güvenliğinden söz ediyoruz? Hangi suçluların suçlarının cezasını çektiğinden söz ediyoruz? Toplumun yarısını oluşturan kadınların yüzde 40’ının korkuyla yaşadığı bir toplum ileri demokrasi örneği olabilir mi?
2004-2005 yıllarında bu çatının altında bir araştırma yapıldı. Töre ve Namus Cinayetleri, Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Meclis Araştırması Raporu hazırlandı. Bu araştırmanın ulaştığı sonuçlar bir Başbakanlık Genelgesiyle uygulamaya kondu. İzleme görevi de bir kamu kuruluşuna, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne verildi. İzleme Raporları sonuçları ne yazık ki, yetersizliğini gösteriyor. Ben, daha önce de bu kurulda birçok kereler, ayrıca dün de zaten gündeme geldi, bu konunun bu Mecliste görüşüldüğünü biliyorum. Hatta, bir 8 Martta yine bir özel oturum düzenlenmişti, ben yine kürsüde konuşurken arka sıralarda o zamanın Bakanı Nimet Çubukçu’nun tek başına oturduğunu hatırlıyorum.
Daha sonra, 23’üncü Dönemde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kuruldu. Bu da olumlu bir gelişmeydi ama yine onların da uygulamada yetersiz kaldığını gösteren raporları var.
Bugün, artık Meclis araştırmasını yenilemenin, yeni bir komisyon oluşturarak yeniden durumu görmenin ve uygulamayı araştırmanın günüdür. Biz Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak bir komisyon kurulmasına, hemen yeni bir komisyon kurulmasına imza vermeye hazırız.
Değerli milletvekilleri, Şiddetle mücadele tesadüfen iyi şeyler yapmakla olmuyor. Elimize geçen her fırsatı değerlendirmek bu anlamda önemlidir. Ama kadına yönelik şiddetle mücadele, mutlaka sistematik olmalıdır.
Bugün 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un yenilenmesi gündemde, baştan düzenlenecek. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin’in yürüttüğü çalışmayı dikkatle izliyoruz ve destekliyoruz. Ancak şunları da unutmamak gerekiyor: Kadına yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele tek bir kanunla gerçekleştirilemeyecek kadar önemlidir. “Bir kanun yaparım, meseleyi bitiririm” diyebilecek durumda değiliz. Ayrıca, 1.Aile içi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2010’da sona erdi. Zaten hiçbir bütçesi, bir programı, doğru dürüst bir programı, projesi yoktu. Ama yeni bir mücadele eylem planının, ulusal eylem planının da olmadığını görüyoruz.
Ayrıca, 4320 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten yedi yıl sonra yapılan bütün araştırmalar, aradan geçen yedi yılda bu konudan hiç haberi olmayan birçok avukatın, hukukçuların, polislerin olduğunu gösteriyor. Yani meselenin özü her zaman uygulamadır. Siz hiç şiddete uğrayan bir kadına vermesi gereken hizmeti vermediği için soruşturma geçiren bir kamu görevlisi haberi okudunuz mu? Yoktur.
Kadınların korunmasını, öldürülmemesini, bedenlerinin ve ruhlarının sağlıklı olmasını istiyorsak, çocuklarımızın temiz aile düzenleri içinde büyümesini istiyorsak bir kanun çıkarmakla yetinemeyiz. Politik mesajlarımız da birbiriyle tutarlı olmalı.
Örneğin, kadının adını devletin bakanlığından silmemek gerekirdi. Kadın, aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu Devlet Bakanlığını Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hâline getirirken kadının adı yok edilmemeliydi. Sayın Başbakanın ustalık dönemi icraatı kadını sadece aile üyesi saymakla yetinmemeliydi; insan, birey olarak da kadına olan saygıyı yansıtmalıydı.
Şimdi, buna rağmen ben ümidimi korumaya devam ediyorum. Biraz önce Dışişleri Komisyonunda Avrupa Konseyinin çok önemli bir uluslararası sözleşmesi oy birliğiyle geçti. Daha önce, Eşitlik Komisyonunda da oy birliğiyle kabul edildiğini biliyorum. Bunun çok olumlu bir gelişme olduğunu görüyorum.
Ayrıca, samimiyetle söyleyeyim: Ders kitaplarına baktım. O kitaplarda da bir iyileştirme var. Birtakım eleştirileri vardı sivil toplum kuruluşlarının. Oralara baktım.
Ayrıca Sayın Bakana da bir soru önergesi verdim; cevabını da aldım. O cevaptan da ben açıkça söyleyeyim, memnun olduğumu söyleyebilirim.
Şimdi, sonuç olarak; hiç olmazsa bir konuda bu Mecliste bulunan bütün grupların birleşmesini gönülden diliyorum ve bütün kadın derneklerinin de bunu dilediğine eminim. Hiç olmazsa bir konuda Meclis olarak birlikte hareket edebileceğimizi gösteren bir iyi niyet mesajı olarak yurttaşlarımıza, en azından bu konuda, kadına şiddetle ilgili mücadelede bir olduğumuzu ve bir konuda da anlaşabileceğimizi göstermenin çok yararlı olacağına inanıyorum.
Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum ve hepinize başarılar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)