İsmet İnönü bir hafta süren bir hastalıktan sonra 25 Aralık 1973 günü saat 16.15’te Ankara Pembe Köşk’te hayatını kaybetti, 89 yaşındaydı. “Bütün ömrünce memleket için aziz bir dava peşinde koştuğunu” söyleyen İnönü, son bir haftaya kadar TBMM çalışmalarına katılmış, Senato’da cumhurbaşkanlarına ayrılan bölümde her zamanki gibi oturumları izlemişti. Son yaptığı konuşmalardan biri, dönemin eski cumhurbaşkanının görev süresini uzatma konusundaki tartışmalar üzerine olmuş, herkesi hayrete düşüren bir enerjiyle kürsüye çıkarak:
“Yeniden seçerseniz ne olacak? Bugüne kadar ne yaptıysa, gene onu yapacak!” demişti.
İnönü, ölüm döşeğinde, yanına damadı Metin Toker’i çağırarak ondan Montrö Antlaşması, Boğazlar konusu, Mondros Ateşkesi üzerine tarihi bilgiler almış ve son günlerde ülkedeki hükümet buhranını sormuştu. Belli ki Türkiye’nin son 65 yılının hesabını çıkarıyor ve gelecek için endişe duyuyordu. Bir Osmanlı zabiti olarak, Mondros’un utancını yaşamış, Atatürk’le Kurtuluş Savaşı’nda dünyaya meydan okumuşlar, Lozan’da devletin varoluş belgesini imzalamış ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenliğini sağlayan 1936 Montrö Antlaşması’nı Lozan’ı tamamlayan bir sonuç olarak görmüştü. 60 milyon insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı’ndan ülkesini uzakta tutmak başarısını ve çok partili demokrasiye geçmek cesaretini göstermişti. İki Dünya Savaşını, birini cephede, diğerini milyonların sorumluluğunu alarak devletin başında geçirmişti, bütün savaşçılar gibi barışın ne kadar önemli ama kırılgan olduğunu biliyordu. Bu yüzden “velinimetim” dediği önderi büyük Atatürk ile ilkelerini “Yurtta barış, dünyada barış” olarak belirlemişlerdi.
Halkın taziyesi
İnönü, asil bir milletin kadirbilirliği ile son yolculuğuna uğurlandı.
Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet İsvan oradaydı:
“Belediye başkanı seçilmiştim ve göreve başlayalı birkaç hafta olmuştu. 25 Aralık 1973 günü İsmet Paşa 89 yaşında öldü. Paşa’nın naaşı TBMM’de halkın saygı duruşu için ziyarete açıldı. Mutlaka Ankara’ya gitmek ve o görevi yapmak istiyordum.
Gece otomobille Reha’yla beraber Ankara’ya gittik. Büyük Millet Meclisi’nin önüne vardığımız zaman sabahın dördü idi. Ve ziyaret devam ediyordu. Karşılaştığımız muhteşem manzara, üstümde unutulmaz bir etki bıraktı.
Ankaralı sade vatandaş, Büyük Millet Meclisi kapısından bahçe kapısının dışına, oradan bulvarın karşı kaldırımına, oradan Çankaya istikametine dönerek Büyük Ankara Oteli’nin önüne kadar uzayan bir kuyruk oluşturmuştu. Ziyaret kesintisiz devam ediyordu.
Çok soğuk bir sabahtı, gecenin karanlığı içinde yerden yükselen buğular görüntüyü engelliyordu. Kuyrukta bekleyenlerin kimisinin kucağında bebek vardı. Belli ki anne de baba da İsmet Paşa’ya karşı bu son görevi yapmakta kararlıymışlar ve bebeklerini bırakabilecek kimseleri yokmuş. Yavrularını battaniyeye sararak ve saatlerce soğukta ayakta beklemeyi göze alarak sessizce görevlerini yapıyorlardı.
Bir süre durup bu heybetli manzarayı seyrettim ve ağzımdan dolu dolu şu sözler çıktı:
Bu millet gerçekten büyük bir millet!
Cumhuriyetin kurucularından, 12 yıl cumhurbaşkanlığı, 17 yıl başbakanlık yapmış İsmet İnönü’nün ölüm döşeğindeki endişelerinin, 46 yıl sonra Türkiye’nin gündemine geri dönmüş olduğu görülüyor!
Kurtuluş Savaşımızın 100. yıldönümünü kutlarken Mondros yenilgisinden, Lozan ve Montrö’ye uzanan tarihi yeni baştan okumakta sayısız yarar vardır.
25 Aralık 1973’te, soğuk Ankara kışında, anne babalarının kucağında, bir Cumhuriyet kahramanına son görevlerini yapanlara çok iş düşüyor, onlara güveniyoruz.
Gülsün Bilgehan
İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı
Cumhuriyet Gazetesi – 25 Aralık 2019