Cumhuriyet Gazetesi / 24 Aralık 2021

 

Yarın Cumhuriyetin kurucularından, Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı İsmet İnönü’yü 48. ölüm yıldönümünde anıyoruz.

Büyük milletler, kadirbilir, kendilerine hizmet eden evlatlarını unutmayan milletlerdir. İsmet İnönü, kendi deyişiyle, bütün ömrü boyunca, her zaman, elde edilmesi millet için aziz olan bir amaç peşinde koşmuştur. Gençliği, bir büyük imparatorluğun çökme tehlikesine karşı endişe ve bir çıkış yolu arayarak geçmişti. Çareyi, kendisi gibi vatansever arkadaşlarıyla birlikte Mustafa Kemal’in önderliğinde girdiği ulusal direnişte bulmuş, ilk zaferlerini cephelerde, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen ilk genelkurmay başkanı olarak kendi kurduğu düzenli ordu ile kazanmıştı.

Türkiye’nin son zamanlarda içinde bulunduğu buhranlı dönemler, bize, arada sırada geriye döndüğümüzde “Biz daha önce de buralardan geçtik” dedirtiyor.

Böyle bir ortamda, henüz kırk yaşına varmadan, çizmelerini çıkarıp gittiği Lozan’dan, bizi esarete mahkûm eden Sevr Antlaşması’nı yırtarak, dünyanın en büyük güçlerine yeni Türk devletini kabul ettiren; ama, o müzakerelerden saçları beyazlanmış olarak dönen İsmet Paşa’yı anmakta yarar var.

DEMOKRASİ İNANCI

İkinci Dünya Savaşı’nda çevremiz dört bir yandan sarılmışken, büyük bir diplomasi cambazlığıyla, her iki blokla da hassas bir denge kurup, kimsenin burnunu kanatmadan, bağımsızlık ve bütünlüğümüzü bozmadan ülkeyi düze çıkaran da İsmet İnönü olmuştur. Belki bazı çocukları şekersiz bırakmıştır; ama babasız bırakmamıştır. Devlet hazinesini o zor günlerde bile boşaltmamış, kimseye muhtaç durumda kalmamıştır.

Roosevelt, Churchill gibi Türkiye’yi bir an önce savaşa sokmak isteyen dünya liderleriyle, bir büyük devlet adamı olarak, masa başında kıyasıya mücadele etmiştir. Adana’da kendisine bol keseden askeri yardım vaat eden Churchill’e “Bize silah vermeyi teklif ediyorsunuz, ne miktar isterseniz vereceğiz diyorsunuz, fiyatı nedir, nasıl ödenecektir, bunlara dair bir şey söylemiyorsunuz, bize bu emniyetin sebebi nedir” diye sorabilmiştir.

Onlarla ilişkilerinde her zaman eşitlik ilkesine önem vermiştir. Kendisini Kahire’ye davet eden ABD Başkanı’na “eğer, davetin nedeni zaten Türkiye’nin kaderiyle ilgili alınmış kararların kendisine sunumu olacaksa bu çağrıyı reddedeceğini” bildirmiş, karşı tarafın teminatı üzerine, Roosevelt’in damadı tarafından kullanılan uçağa binerek toplantıya gitmiştir.

Yine, yoğun baskılar altında kaldığında çevresindeki güvenlik önlemlerinden şikâyet etmiş, Churchill “O senin gördüklerin bir şey değil, bizi 25 tane hava filosu da yanımızdaki havaalanlarından koruyor, bir de 300 kadar uçaksavar topu var” deyince “ya, demek öyle, bizim koca İstanbulumuzun korunmasına bir buçuk filo yeter diyorsunuz, burada, futbol sahası kadar yere 25 filo yetmiyor, öyle mi” diye taşı gediğine koyabilmiştir.

Daha da anlamlısı, İsmet İnönü, dünya dış politikasının iç yüzünün sanıldığı gibi olmadığını görmüş ve “Bunlar dünyanın en büyük demokrasileri, Amerika ile İngiltere; ama, liderleri, burada, kimseye sormadan, istedikleri gibi karar veriyorlar, bizi de, tek partili bir memlekette, bir nevi, diktatör sanıyorlar; halbuki, bende bu kuvvet yoktur; çünkü parti grubum vardır, Meclisim vardır ve çok uyanık bir kamuoyum vardır” diyerek daha o günlerden, demokrasiye olan inancını belli etmiştir.

OKUMAKTAN VAZGEÇMEDİ

İkinci Dünya Savaşı sırasında, unutmayalım ki, Dışişleri Bakanlığı’nın tüm değerli uzmanlarını yanına almış ve onlarla birlikte politikasını belirlemiştir.

Bir asker olarak “efendiler, Türk Milletinin temel özelliği, sanıldığı gibi, savaşçı olmak değildir, uzun zamandan beri haksız hücumlara göğüs germek zorunda kaldığından dolayıdır ki, bu dönemlerde savaşçı özelliği dikkatleri üzerine çekmiştir. Türk Milletinin temel özelliği, barış ve anlaşma alanında uygarlık ve ilerleme unsuru olmalıdır” diyebilmiştir.

1963 yılında Türkiye’yi Avrupa Birliği sürecine sokan İnönü olmuştur. “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır” diyerek çaresiz olmadığımızı da o zaman vurgulamıştır.

Anımsanacak daha çok örnek var; ama asıl önemlisi, sanırım, bu güvenin, kendine güvenin nereden kaynaklandığı… İsmet İnönü, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Harp Okulu’ndan birincilikle mezun olmuştur. Hayatı boyunca kendisini eğitmekten vazgeçmemiştir. Fransızca, Almanca ve İngilizceyi çok iyi öğrenmiştir. Abdülhamit’in istibdat döneminde, gizlice, Batı dünyasının klasik edebi eserlerini okumaya başlamış, okuma tutkusundan hayatının sonuna kadar vazgeçmemiştir. Savaş içinde bile Devlet Konservatuvarının kurulması için çabalamış, eğitim seferberliğine girmiştir. Operadan, baleden, resimden zevk almış, ata binmiş, viyolonsel çalmıştır.

İYİ Kİ…

“Türk inkılabı denildiği vakit, bunun, kadının kurtuluş inkılabı olduğu beraber söylenecektir” sözleriyle, kadınlara verdiği değeri ifade etmiştir.

Lozan Barış Antlaşması’nın ve Cumhuriyetin yüzüncü yılı yaklaşırken İkinci Adam hakkında çeşitli kurum ve kuruluşlarca yeni kitaplar yayımlanıyor. Alev Coşkun’un “Asker İnönü” ve “Diplomat İnönü: Lozan” kitapları pek çok okuyucuya ulaştı. Yakın zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi “100. Yılında İnönü Savaşları” kitabının ardından, bugüne kadar yazılan en kapsamlı kaynak olarak Mehmet Alkan tarafından hazırlanan “İsmet İnönü” kitabını çıkarttı. 900 sayfalık bu devasa esere pek çok aydın ve uzman katkı verdi. Yine geçtiğimiz aylarda Bülent Özükan’ın “İlk ve Son Barış, 100. Yılında Lozan” adlı kitabının büyük boy 310 sayfa, muhteşem baskısı tanıtıldı. İzmir ve Edirne belediyeleri de Lozan’ın 100. yılını çeşitli etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyorlar. Eminim, başka yerel yönetim, STK ve kişiler Türkiye’nin bağımsızlık ve varoluş belgesi Lozan’a sahip çıkacaklar ve asılsız sona erme iddialarına tarihi kanıt ve belgelerle cevap vereceklerdir.

İnönü’yü tanıdıkça Atatürk’ü daha çok sevecek ve neden ona bu kadar güvendiğini anlayacaksınız. İyi ki bu iki arkadaş tarih içinde birbirlerini bulmuşlar!

GÜLSÜN BİLGEHAN

İNÖNÜ VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI